Sabah gözünü açtığın anla, gece başını yastığa koyduğun an arasında geçen saniyeler, dakikalar ve saatlerim ben…
Kısa olduğumu söylerler, oysa mesele sürem değil, nasıl yaşandığım. Ben aceleye gelmem. Hızla koşarken değil, yavaşladığın zaman hissedeceksin gerçekten beni yaşadığını, çünkü en kıymetli anlarım, hep aceleden kaçıp saklananlardır. Beni ancak yavaşlarsan görebilirsin, çünkü en güzel anlarım, fark edilenlerdir.
Ben, hızla akıp giden bir yarış değil, yavaşladığında duyabileceğin bir şarkıyım.
Ben, bir fincan çayın buharında, bir dost sohbetinin sessizliğinde, gökyüzüne asılı bir bulutta saklıyım.
Yavaşla. Gölgelerin nasıl değiştiğini izle, yanından geçen insanların yüzüne bak. Bir fincan kahveyi aceleyle içme, kokusunu içine çekerek iç, bardağın sıcaklığını avuçlarında hisset, ilk yudumun o hafif acılığını fark et. Sabah uyanınca, birkaç dakika gözlerini tavana dikip sessizliğe kulak ver. Bir sokak lambasının titreyen ışığına, bir dostun sesine, gökyüzünün rengine bak.
Yavaş yürürsen çiçeklerin rengini fark edeceksin. Aceleyle geçtiğin sokaklar, aslında ne çok hikâye taşıyor; onların hikâyelerine kulak ver. Yavaşla.
Bir yaprak nasıl düşer sessizce, gözlerin görsün. Rüzgar nasıl fısıldar ağaçlara, kulakların duysun.
Yavaşla. Çünkü kalbin bile, en hızlı çarptığında seni hayatta tutamaz.
Yavaşla. Bir şiir dizesi oku mesela. Akşam gökyüzünde beliren tek yıldızı gör.
Yavaşla. Çünkü bazı mutluluklar ancak o zaman gelir yanına. Bir dostun beklemediğin anda araması gibi…
Yavaşladığında anlarsın, aslında hiçbir yere geç kalmadığını, dünyanın seni beklediğini, güzelliklerin aceleye gelmediğini.
Ve ben yavaşladım. Ve o an hayat usulca kulağıma fısıldadı: “Ben buradayım.”
Bu yazım 18.05.2025 tarihinde Martı Dergisi'ndeyayımlanmıştır.