Nevin'in blogu

Go back

Bir Kurban Bayramı'nda Vedalaşmıştık

Yakında öleceğini biliyordu.
Ama yakın ne kadar yakındı?
Sabırla, olumlu tavrını hiç bozmadan ‘yakını’ beklemişti.

Ailesini görevlendirmişti: Ruhu bedenden ayrıldığında yakılmak istiyordu.

O güzel bedenine kıymamızı, gözlerinin o derin maviliğini yok etmemizi, sapsarı saçlarını alevlere teslim etmemizi, insanın ruhunu aydınlatan o gülümsemesinin yerleştiği çekici dudaklarının ateşte kavrulmasını istemişti bu yakışıklı adam. Toprak altında kurtçuklara, böceklere yem olmaktan, küllerinin denizdeki canlılara yem olmasını yeğlemişti sanki.

O kadar istemişti ki bunu, hiçbir güç onu fikrinden caydıramamıştı.

Hastalığı onu gün geçtikçe daha çok kemirmiş, bir ahtapot gibi kollar salmıştı bedenine, her kol uzandığı yeri çöle çevirmiş, her bir hücresi pes etmiş ve bütün çabalar işe yaramamıştı ne yazık ki.

Sonunda artık sadece ruhu dimdik kalmıştı bedenine saldıran acımasız düşman karşısında… o ruhu, hayatı seven, neşeli, sevecen, insana âşık o yüce ruhu… Kollarıyla artık sarılamaz hâle gelmişti sevdiklerine ama o kocaman, eşsiz ruhuyla sarıp sarmalıyordu bizi.

Ve bir gün öldü.

Ve o noktada, acımızı yaşarken sevdiğimizi yakmak gibi vahşi bir işlemin eşiğinde bulduk kendimizi.

Krematoryuma götürdü bizi yollar.
O yakışıklı bedeni alevlerin içine attık. Cayır cayır yaktı onu zalim fırın.
Elimize bir kavanozda verdiler onu bize. Küllerin içinde güzel gülüşü vardı, masmavi derin ve sıcacık bakışlı gözleri vardı, sapsarı saçları, harika parmakları, uzun bacakları vardı. Kurtçuklar, böcekler yerine alevler yemişti onu.

Türkiye hayranıydı, bu yüzden Türkiye’de denize karışmak istemişti.

Bir Kurban Bayramı gününde küllerini denize savurduk. 
Gün batımında, bir tekneden veda ettik ona. 
Arkasından beyaz güller, begonviller attık denizin maviliğine, en sevdiği beyaz şaraptan bir kadeh döktük derin sulara… ağladık, tepine tepine ağladık… 
O esnada teknede onun en sevdiği parça çalıyordu: Handel’in ‘Sarabande’si…
Ruhunun bizi duymasını umduk.

Çok rüzgâr vardı. 
Külleri denize inerken bizim üstümüze de savruluyordu… saçlarımıza ve bedenimize sarılıyordu o çok sevdiği maviliğe kavuşmadan bir saniye önce… 
Bu onun vedasıydı…

Evet, sevdiklerimizi toprağa mı gömmeli yoksa yakmalı mı?
Yoksa Zerdüştler gibi, havayı kirletmemek için yakmamak, toprağı kirletmemek için gömmemek inancıyla ‘Sessizlik Kuleleri’ne yani Dakhme’leri mi bırakmalı insan sevdiceğini? Güneşe ve akbabalara mı teslim etmeli? Akbabalar ilk önce gözleri yiyormuş… 

Ah hayat, ne acımasızsın! 
Zaten vedanın her türü insanı mahvederken, çok üzerken, sevdiğimizin ömrü sona erdiğinde nasıl zor bir görevle karşı karşıya bırakıyorsun bizleri! 

Bugün Kurban Bayramı.

Her Kurban Bayramı’nda olduğu gibi küllerini denize savurduğumuz o güzel insanı anmadan geçemiyorum yine…


Bu yazı 10.07.2022 tarihinde Martı Dergisi'nde yayımlanmıştır.